26 Mart 2011 Cumartesi

gecenin saçmalaması

ismini bile bilmediğim şehirleri gezeceğim bu gece
sen gözlerini araladığında beni yanında göreceksin
ama ben her an seni bambaşka rüyalarda aldatıyor olacağım
sen sevginle sarılacaksın bana
tüm sıcaklığın akacak içime
ben bedenimi buz gibi duvarla bir edeceğim
saçların yüzümü okşadığında
kafamı yastığa daha da bir bastıracağım
kokun içimi okşadığında  nefes almayı bile keseceğim
verdiğin bu ızdırabın bitmesi için
güneşi hiç beklemediğim kadar sabırsızca bekleyeceğim
ve güneş yüzüne vurup aydınlandığında
gözlerini açıp tüm güzelliğinle
bana "seni seviyorum" dememen için
tüm gece dua edeceğim...

sevme beni ne olur sevme beni
korkuyorum sevgilim...
daha da alışmadan git ne olur
kokunu bırakma yatağımda daha fazla
sıcaklığına alıştırma bedenimi ne olur
bir gün gideceksin korkusunu yaşamaktansa
gittiğinin acısını yaşamayı kabulleniyorum.
korkuyorum sevgilim git artık....

25 Mart 2011 Cuma

ALİ ERDEM URAL'DAN İKİ ŞİİR

DÜNYANIN GÖRMEDİĞİM KADINLARI İÇİN


Dünyanın görmediğim kadınları için
Bir sigara daha yaktım, bir dal incittim
Görmediğim kentleri için
Eskiye dair hatırlayacaklarımı yazdım
Bütün güzel kadınların siyah saçları vardı,
Yaşlı adamın intihar ettiği yerden başladım
Esrik bir Nisan sabahı hiç beklenmeyen yerden.
Ve sizleri hatırladım
Şaşırmış mıydınız,  sizleri hatırladım.
Üstünüzü örttüm
Üşümüştünüz.
Ürkekti bakışlarınız, emin değildiniz
Korkuyordunuz belli ki
Anlayamıyordunuz
Kesinlikle anlayamıyordunuz
Kötü davranmışlardı size
Kötü davranacaklardı size
Anneniz yanağınızdan bir kere öpmüştü
Sizleri hatırladım.
Sizi ben de ne diye sevecektim ki
Daha vardı
Zamanınız gelecekti
Eni konu bir keşkeydi hayatınız
İşe yaramaz bir Nisan yağmurunda
İntihar eden yaşlı adam kadar keşke.
Çirkindiniz, arkadaşlarınız da.
Bir kara parçasıdır yaşlı adamın bu ölümü;
Hiçten parça parça..
Üstümde yine aynı ceket vardı
Yine aynı sararmış fotoğraf cebimde
Yine aynı dişlerim, parmaklarım
Aynı gözlerim vardı
- Sizi ilk kez gören bu gözlerim -
Yine uyuyordum
Hiçten parça parça, en çok da gölgesi...
Benzi solmuş aynalara
Hayatını anlattı yaşlı adam
- Aynalar mıydı tek onunla yaşlanan -
Donuk yeşil paltosu - ona benzeyen -
Bin dokuz yüz otuz dokuz yılında
Savaş çıkacaktı belki de - yine bir ayna söylemişti -
Paltosu ve kimbilir nerede bir ayna,
Hiç evlenmedi yaşlı adam.
Bir sigara daha yaktım
Yaşlı adamın
Dünyanın görmediği kadınları için
- Dünyanın görmediğim kadınları için başka başkadır herkese, durağan -
Yakmasa mıydım?
Öyle ya belki de yakmasa mıydım;
Ama ne farkımız kalırdı o zaman
İlkel dağ tanrılarından
Ağaca yeşil ol, rüzgara es diyen.
Ölmek çok uzaktaydı o zaman.

Yağmurda ıslanan bir köpekten korkmuştu yaşlı adam
Kimbilir nerede şimdi bir ayna
Anneniz ve siz
Ağlıyordunuz
Hüngür hüngür ağlıyordunuz
Kendinizden geçmiştiniz; çığlık çığlığa
Hakim olamıyordunuz kendinize
Duramıyor daha da ağlıyordunuz
Gözyaşlarına boğulmuştunuz
Devamlı ağlıyordunuz
Her aynanın ayrı bir hikayesi vardı
Her Eski bir mektubun
Ağlıyordunuz.
Genç, diri ve de çok güzel
Hem de şiirler yazan o kızın
Bin dokuz yüz otuz dokuz yazında
İntiharından ödünç aldığı
Nefesini üfledi aynaya,
Taşlar dokunulmayı beklerdi bir sonbaharın ardında
Bütün güzel kadınların siyah saçları gibi.
Hiç evlenmedi o yaşlı o adam.
O zamanlar çoğu insan küçüktü; hatırlamazlar,
Tarsus semalarında
Gece gündüze son mavinin eşiğinde
Herkesin bir annesi ağlardı.
Hele ki gün ışısın
Anneleri ağlar, onlar şiir yazardı
Tarsus semalarında
Bir gün daha biterdi böylece bir gün daha
Ve sizleri hatırladım ben yine.
Annelerinin bile hatırlamadığı sizleri
Bir papatya tutan elleri belki de sizleri
Çaresiz miydiniz
Kırbaç kırbaç bakışları sizleri...

Zamanlar oldu, çeşitli, çok, uzun
Büyütüldük, aksine uzun sürdü çocukluğumuz.
Greta Garbo'yu öpmüş müydü yaşlı adam
Belki de sadece kendi halinde bir müfettiş
Hala tam bilemedik tanrıyı, büyümüştük.
- siz değil ama, sizler çirkin -
- sizler annesinin bile özlemediği çocuklar -
Geniş zamanla geçmiş zaman arasına sıkıştık.
Korkak olduk, yorgun olduk
İlkel değildik, tanrı hiç, büyüyememiştik
Yalnız bir camiinin hüznü yeşerdi içimizde.
Yerleşti, anlayamıyorduk,
Aradık, bulamadık.
Aradık, bulamadık.
Aradık, bulamadık.
Bulamadık.


ALİ ERDEM URAL






MİŞ GİBİ KADIN

1
Kadınları düşünüyorduk da;
Kadınlar düşünülmeye değer…
Miş gibi kadın;
Sadece sesin olsaydı,
Sesinle sevişseydim senin;
Mis gibi kadın deseydim sesine
Nefis göğüs uçları olsaydı sesinin
Dokunmak hoşuma gitseydi
Kasıkları olsaydı gezmelerimi mezara götüreceğim
Kasıkları olsaydı sesinin sadece benim.
Miş gibi kadın, orgazmsız seni,
Uykularımı nereye kaçırdın? demeseydim ama dedim ama
Kasıkları olsaydı sesinin sadece benim,
Miş gibi kadın, yapamadım/n/k işte
Ne güzel bir dündü demeseydim ama dedim ama
Sesin de beni çok sevseydi
Hayatımda yeni hiç bir şey olmazsa olmasın olabilseydi,
Istiklal marşı çalsaydı radyolar sesine her baktığımda …
Sonra üstüme döküldüm.
 

2
Şairin notu:
Beni kadınlar büyüttü… Artık hiçbiri yaşamıyor. Onlar beni döverek büyüttüler, ben onları överek öldürdüm. Önce üstüme döküldüm sonra yine üstüme 
Sessiz harflerin başyapıtı
Gökkuşağı gözlerinin hasır çantasında güneşi saklayan
Her yağmur yağdığında
Benim yerime o
Cüce cinlerle sevişen siz;
Hay Allah! Arkadan ne kadar da sana benziyorsunuz…
Senin de küçücük gözleri vardı günaydın öpücükleri kocaman.
Birden size kanım ısındı;
Bu kadar yeter, biraz daha sevişelim isterseniz…
Ne kadınlar geldi geçti,
Ne kadınlar gelip geçerken verdi,
Istanbul hepsini gördü,
Sallanan iskemlesinde şöyle bir doğrulup
Sakalını sıvazlayıp fısıldadı:(hep böyle kısa konuşurdu…)
Bu kadar yeter;
Aşık ol ve köşene çekil artık…
Istanbul gerçek bir budalaydı, ya da belki de değildi…
Ve doğrusu kaybolmuştum, ya da belkide değildi…
Benim cevabım da kısaydı:
Sizi bilemem ama bence renklerin en güzeli bordodur;
Madem ki bir kere geliyoruz bu dünyaya, renklerin en güzeli bordodur…
Geldim gelmesine ama…
Geldim gelmesine ama bu kadar da küçük beklemiyordum dünyayı;
Ama sen hep oradaydın
Istanbul; bir kere öpebilir miyim dudaklarından?
Bir kerecik…
YALVARIRIM.
 

3
Kızma bana;
Yeşil bir bordo ile  dolaşarak büyüdüm ben,
Oradan oraya, oradan oraya, oradan oraya.
Dahaların ama olduğu buz gibi ne denizler
Ne fırtınalar avuttu beni bana…
Daha
Daha
Daha!
Oradan oraya, oradan oraya, oradan oraya,
Bir yeşil, bir bordo bir de ben,
Tam da alışmışken Beatrice sana…
Daha
Daha
Daha!
Sen mi değiştin mi ben mi değiştim mi sanki mi sen mi?
Beatrice im benim; dikkat et; aramızda ki mi küsüyor bana…
Bordomla dolaştım yıllarca
Ne hanlar, ne kadınlar ama soğuk
Şatoma geldim sonunda bordom hala yanımda
Denizi görebiliyorum artık oturduğum yerden.
Belki de diyorum zamanı gelmişti artık;
Belki de diyorum haklıydı Istanbul
Belki de diyorum Istanbul haklıydı;
Çok nehirler aktı o göğüslerin arasından…
Sizin de küçücük öpücükleri vardı günaydın gözleri kocaman
En fazla bir sütyen olabilecek
Sizin de küçücük öpücükleri vardı insanı hep gitmek kaplayan.
Yaşlandım mı yoruldum mu bilemiyorum ama
Denizi görebiliyorum artık oturduğum yerden.
Daha?
Daha?
Daha?
Daha?
Eskimiş gibi kadın,
Pardon sizi arkadan sana benzettimde…
Biliyorsunuz,
Senin de küçücük gözleri vardı günaydın öpücükleri kocaman.
Nah biliyorsunuz … 

ALİ ERDEM URAL

20 Mart 2011 Pazar

ÇIK

nicedir tek bir satır yazmadım... 
ne zaman yazmaya otursam karnıma giren kramplara engel olamadım... 
kalp atışımın hızlanmasına, üşümeme, ellerimin titremesine engel olamadım... 
tüm kelimelerde seni aramaya engel olamadım... 
çık artık cümlelerimden çık.......


bırak artık düşlerim kelimelerle dans etsin
bırak artık kalbimin en derinindeki sızılar can bulsun
bırak artık yaşanmışlıklarım sözcüklerimle yad olsun
çık artık cümlelerimden çık...

9 Mart 2011 Çarşamba

Hiç sesin cıkmıyor dedin bana...
Sordun mu ki konuşacak halin kaldı mı diye?
Sordun mu ki en son ne zaman konuştun diye?
Sustum ben artık çıkmıyor sesim. Konuşacağım günü bekliyorum sabırla.
Bana dedin ya  sesin çıkmıyor diye, ben de soruyorum konuşsam dinleyecek misin?
Hem o kadar uzun zaman oldu ki konuşmayalı korkuyorum konuşamazsam, sesim çıkmazsa diye.
En kötüsü de kendi sesimi tanıyamamaktan korkuyorum bilyor musun?..

Peki ya söyleyecek birşeyim de yoksa. Bunu düşündün mü hiç?
Hazır değilsem konuşmak için... düşünmedin değil mi?  Ne gerek var ki düşünmeye, ben susarken düşündüm mü?...
Ne saçmalıyorsun yine diyorsun biliyorum. İdare et ben de bilmiyorum...

Hazır değilim daha konuşmaya,
Dilim dönmez, kulağım duymaz
Ne sen anlarsın, ne de ben anlatabilirim sana
İçimdeki suskun beni...


5 Mart 2011 Cumartesi

mantık?

bu nasıl bir iştir anlayamadım.
yasaklanan sitenin kendisine girebiliyoruz ama iş kendi blogumuzu görüntülemeye geldiğinde engelleniyoruz. nasıl bir mantık bu ? pardon mantık mı dedim... bu güne kadar uyguladığınız yasakların hangisinde bir mantık oldu ki bunda olsun. trajikomik bir hal aldı artık hayatımız. olaya bak yahu :)) yazacağım ulan yazacağım :D

BAŞLIKSIZ

Neden susuyorsun diye sordu bana...
Konuşamadım... gitti...
Ne diyebilir dim ki? Susmaktı tek becerebildiğim bu ayrılık anlarında.
o günlerden kalmadır bu suskunluğum.  İnsan kendine söyler ya bu gibi durumlarda tüm cümleleri, ben kendimle bile konuşmuyorum yıllardır. Bir nevi küsüm aslından kendimle bile.
Derin bir suskunluk var hayatımda tüm sözcüklerim sende kaldığından. Hayatıma ait tüm kelimeler sende güzelmiş. Sensiz tüm o kelimelere yabancıyım.
İlk zamanlarda bu kadar suskun değildim. Kimi zaman istemeden kimi zaman inadıma yabancı ruhlara sundum cümlelerimi. Oysa ki her cümlem yine de sanaydı. Sana konusuyordum başka bedenlerden. Ama sen duymuyordun. Nasıl duyabilirdin ki, karşında susan bir adamın başka bedenlerden sana seslenişini nasıl duyabilrdin ki?
Hatırlar mısın ilk gün nasıl susmuştum ve sen benden yine konuşmamı bekliyordun.  Ağzımdan cıkacak olan bir kelimeyi bekliyordun ama ben yine de konusamamıstım. Belki  giderken de bekledin bir tek kelime de olsa konusmamı.
İşte o günden beri ben hep susuyorum aslında. Zoraki sözcüklerle savaştım bir dönem ama onların mide bulandırıcı anlamları daha da yıprattı beni. Ben de susuyorum artık...
Ama biriktiriyorum her bir kelimeyi birgün tekrar konuşabilmek beklentisiyle. Birgün tekrar konuşabilmek... başka bedenlerden değil, doğrudan sana konuşabilmek için bekliyorum. Bir gün diyorum elbet birgün konuşacağım. Açıkcası o gün de senin susacağını çok da iyi biliyorum. Bana söylenecek ne kaldı ki diyeceksin gözlerinle. Ne söyleyebilirim ki diyeceksin. Neden bu kadar geç kaldın bir kaç sözcük için diyeceksin biliyorum...
Ama korkuyorum biliyor musun? Duymamandan korkuyorum. Bunca zaman sonra konuştuğumda sesimi tanımamandan korkuyorum.  İşte o an ben hayata dair tüm kelimeleri çöpe atarım ve susarım. Çünkü artık söylenecek neyim kalacak ki? Bırakırım insanlar kullansınlar tüm kelimelerimi ben tek kelime etmem... HAYATIM sustuğunda bana söyleyecek bir sözcük kalmaz...