30 Ocak 2011 Pazar

AŞKA DAİR



Bunca zaman
bana anlatmaya çalıştığını
kendimi bulduğumda anladım.

Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..

Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat okuyarak dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını anladım..

Yüreğinde aşk olmadan geçen hergün kayıpmış
Aşk peşinden neden yalın ayak koştuğunu anladım..

Acı doruğa ulaştığındagözyaşı gelmezmiş gözlerden
Neden hiç ağlamadığını anladım..

Ağlayanı güldürebilmek
ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş
Gözyaşımı kahkaya çevirdiğinde anladım..

Bir insanı herhangi biri kırabilir
ama bir tek en çok sevdiği acıtabilirmiş
Çok acıttığında anladım..

Fakat hakedermiş sevilen
onun için dökülen her damla gözyaşını
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçlerterkettiğinde anladım..

Yalan söylememek değil
gerçeği gizlememekmiş marifet
Yüreğini elime koyduğunda anladım..

''Sana ihtiyacım var gel ! ''diyebilmekmiş güçlü olmak
Sana ''git'' dediğimde anladım..

Biri sana ''git'' dediğinde
''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek
Git dediklerinde gittiğimde anladım..

Sana sevgim şımarık bir çocukmuş
her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..

Özür dilemek değil
''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman olmak
Gerçekten pişman olduğumda anladım..

Ve gurur kaybedenlerin acizlerin maskesiymiş
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..

Ölürcesine isteyen beklemez
sadece umut edermişbir gün affedilmeyi
Beni afetmeni ölürcesine istediğimde anladım..

Sevgi emekmiş
Emek ise vazgeçmeyecek kadar ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...


CAN YÜCEL

25 Ocak 2011 Salı

yaz yaz yaz bir kenara yaz

uzun uzun yazmak istiyorum aslında içimde ne varsa. ama tek satır çıkartamıyorum. biliyorum ki kelimelere döksem herşeyi çok rahatlayacak zihnim ama yapamıyorum işte.
ne zaman ki uygun bir kelime bulsam haliyet-i ruhiyeme tercüman olacak, sadece o kelimede kalıyorum.
aslında bir tek kelime de olsa çok şey ifade ediyor.. ama sadece bana..
oysaki anlatsam uzun uzun cümlelerle herşeyi. kussam içimde ne varsa.
sövsem kime kızdıysam, ya da süslü tümceler kursam sevincime sebep olana
ya da bir masal yazsam sevgimi anlatacak...

belki bir varmış bir yokmuş ile başlamaz benim masalım, pirelerde muhtemelen berberlik sektörüne girmemiş olur ayrıca hiç de işim olmaz dedemin beşiğini sallamakla, illa biri sallayacaksa nenem sallasın bana ne.

hemen hemen her masalda olduğu gibi benim masalımda da bir prens ve prenses olur. ama onların gidişatı ne şekilde olur inanın bana en ufak bir fikrim yok. ruh halime göre şekillenir erecekleri murad. haa ben cıkarmıtım kerevete o da meçhul. standart bir masal olmaz gibime geliyor :) e tabi kime anlatacağım da bu masalın gidişatını %79.3 oranında etkileyecektir.
şimdi yoldan geçen ahmete masal anlat deseler o adama ne anlatılır ki? kaldı ki sopa yeme ihtimalinin de olduğu bir ortam oluşabilir.
-ahmet abi sana masal anlatayım mı?
-haa??
-masal diyorum abi, anlatayım mı?
-la s...... ben masal olmusum zaten

gibisinden bir diyalog olusabileceği inkar edilemez. bir de ahmet ne anlar masaldan adamın çok mu umrunda benim anlatacağım masal. dinlemez bile. e o dinlemezse ben hiç anlatmam. tut ki anlattım hiç de içten olmaz :)

ama bir de sevdiğin insana bunu anlatmak var ( lan yazmaktan anlatmaya da geldik, ben en iyi yazma moduna gireyim)
prensle prensesin o dillere destan aşkını hemen kendininmiş gibi aktarırsın :) daha doğrusu yaşadığını  dillere destan hale getirirsin. içinde kuşlar böcekler olur "kelebekler", "papatyalar" belki de "uğur böcekleri" olur...
baştan uydurayım diye başlardım heralde. yani kısa cümleler, basit kelimeler vs
ama ilerledikçe cümlelerin samimiyeti kaçınılmaz olur. çünkü ilk engeli aşmışımdır ve de aktarmaya başlamışımdır içimdekileri. bundan sonrası zaten kendiliğinden gelişir. suratta bir gülümseme ile yazarsın :)
yazarken garip olursun, yaşarsın tek tek yazdığın yer anı. cümleler uzamaya başlar. hiç bitmesin diye masalın her bir anı uzun uzun süslersin aklına gelen en afilli kelimelerle...

elbette ki her masalda olduğu gibi kendi yazdığımda da bir son olacak hiç sonu gelsin istemesem de.
haa bu son nasıl bir son olur işte o konu her daim muallak.
ben beyaz atımı alıp prensesimi de arkasına atıp güneşin batışına doğru mu giderim redkit misali,
yoksa prenses cadıların yaptığı büyülerle kurbağaya mı dönüşür ( ha derseniz ki kurbağaya dönüşen prens değil mi? o zaman derim ki masal benim size ne )
ya da prenses birden kötü yola mı düşer ( ki belli olmaz yapabilirim ) belli olmaz... belki de yeşilçam tadı verip kavuşamayan aşıklara çeviririm hikayeyi fonda senede bir gün çalıp :) dur ya en temizi prenses ölsün prens de kendini içkiye versin.

yok ya ben masal filan yazmayayım ya da ben aslında hiçbirşey yazmayayım. ta ki hislerime kavuşana kadar...
bir bok hissetmeyince yazılmıyor ki be kardeşim...

neyse ben en temizi bir film izleyeyim.

herkese mutlu noeller

bu arada resim ne alaka derseniz, kendime kırmızı kart gösteriyorum bu yazıyı yazarak 48 kusurlu hareketten birini kasten yaptığım için. umarım federasyondan ceza gelmez.

23 Ocak 2011 Pazar

bizim çağın yöresel ezgileri :)))

alın size 90ların ergenlerinin çığır açan şarkılarından bir demet :D
ilk olarak o dönem rock müziğe yelken açanların vazgeçilmez şarkılarından biri




sıradaki şarkımız ergen isyanlarının ailesel yansımasını olusturuyor :)




aşkımıza karşılık mı bulamadık :)




ve tabiki aşk sarkılarından bir demet de sunalım :)









daha kimbilir hangi sarkılar var ama aklıma geldikçe koyarım onları da yeter şimdilik :D

öyle çok şey var ki...


hepimiz için bazı şarkılar vardır, böyle yüzde gülümseme oluşturan veya içimizde bir yerleri fena halde sızlatan ya da gözlerinizin önünden bir anda film şeritleri geçirten ya da ne bileyim işte önemli birseyler hissetiren yahu :D uzatmayalım :))

"kumdan kaleler - sana dair" şarkısını benim jenerasyonum gayet iyi bilir. o dönemin iç kıpırtılarında önemli bir pay sahibi olmuştur. o zamanlar genel de radyoda dinlenen bir şarkıydı. çünkü yoktu ki bugünkü gibi herkesin elinin altında bir müzik çaları. en fazla walkman vardı ve kasetli dönemlerdi :) kaset deyip geçmeyelim bizim zamanımızda ergen bir veledin mal varlığını olustururdu bunlar :)) neyse sapıttırmayalım konumuzu

şarkıların paylaşımı zor olduğundan, anlamları da daha güçlü oluyordu...
ve bu şarkının da benim hayatımdaki anlamının bundan 10 yıl öncesiyle bugünkü arasında hiçbir farkı yok :)
şuan bile mısralarında aynı heyecanı hissetmek, melodisinde o günleri sanki dün yaşamış gibi algılamak...
bunda sadece şarkının mı payı var. elbette ki hayır. burada bu duyguları hissettiren insanın da payı büyük.
aradan geçen bunca uzun yıllara rağmen, hep aynı gülümsemeyi görmenin güzelliği anlatılamaz :))
işin bir yanı da bunu kendine bile anlatamaman :)
bir an keşke şu isviçreli bilim adamları sakızların dişe zarar verip vermeyeceğini araştıracağına zaman makinesi üstünde çalışsalardı demeden alamıyorum kendimi :) şimdiye kadar çoktan icat edilirdi ben de o günlere kaçardım :) hatta hep o günleri yaşardım geri geleni öpsünler valla :)

o güzelim yıllarda hayatımda öyle biri vardı ki ( biri vardı derken yanlıs anlasılmasın ilişkisel bazda değil sosyal ilişkiler bazında :) ) hayatımda nereye koymam gerektiğini bir türlü becerememiştim. kaldı ki hala beceremiyorum :) aslında buna uğrasmıyorum da. şuan bile o zamanlarda olduğu gibi, o an ne hissediyorsam ona da o sıfatı koyuyorum. yani değişen birşey yok...
bazen zıpır bir veledin park arkadası oluyor, bazen de çok kadim bir dost,
bazen deli divane bir aşk oluyor, bazen sanki aynı anda dünyaya gelmiş iki kardeş... dedim ya kategorisini belirleyemedim hiçbir zaman :D belki de bu kadar güzel olan da bu be :)

"bir yürek çarpıntısı onu her gördüğünde,
öyle çok şey var ki bak; sana dair..." diyor şarkı...

öyle çok şey var ki...

tüm mısralarıyla yaşıyorum bu şarkıyı ve bunun şuan bile aynı keyfi vermesi sanırım hayatın güzel olabileceğine inandırıyor insanı :)))

10 Ocak 2011 Pazartesi

bir süre ara

yoğunluğumdan dolayı yazamamaktayım
en kısa sürede tekrar buralardayım